16 Mayıs 2013 Perşembe

KEKİK KOKULARINI İÇİME ÇEKEREK KOŞTUM

    İlk kez bir yarı maraton deneyecektim. 21 km! 6 ay evvel düzenli koşmaya başladığım sıralarda 5 km. koşmak bile bana çok uzun gibi gelirken şimdi gözüme ilk kez bir yarı maraton koşmayı kestirmiştim. Koştukça mesafeler kısa gelmeye, daha çok ve daha uzun koşma isteği içinizde uyanmaya başlıyor. Bozcaada denizi, sakinliği, güzelliğiyle zaten bir süredir beni çağırmaktaydı. Yarı maraton ve 10K koşusu olduğunu öğrendiğimde gitmek için tereddüt bile etmedim. Asıl önemli karar yine 10K mı yoksa yarı maraton mu koşacak olmamdı. Aslında ilk yarı maratonumu bu sene Avrasya'da denemek istiyordum ki Avrasya'da yarı maraton olmadığını öğrendim. 42 km. standart maraton, 15K ve 8K koşuluyormuş. Biz birkaç çaylak koşucu 15K koşarız diye kararlaştırmıştık. Ben yarı maraton hedefimi 6 ay öne alarak Bozcaada'da denemeye karar verdim. Bu gücü ve azmi kendimde gördüm. 3 yıldır spor yapıyordum, 6 aydır düzenli koşuyordum ve ben 21 km.'yi daha Bozcaada'ya gitmeden kafamda koşmuştum resmen. Bu kararımı sosyal medya üzerinden paylaştığımda usta koşucular ve Bozcaada parkurunu daha önce test etmiş olanlar bırakın 21 km.'yi, 10K'nın bile adada çok zor olduğunu, bir yarı maratonun ilk kez burada denenecek olmasının yanlış bir karar olduğunu söylediler. Hatta direk "sakın deneme" diyenler oldu. Tabiki  tecrübeli ve usta koşuculardan tavsiye almak çok güzel, onlardan öğrenecek çok şey var ama insan kendisini en iyi yine kendi bilir, kendi tanır. Fiziksel ve zihinsel kapasitenizi, dayanıklılığınızı ve de çalışmalarınızı uzaktan bir göz sizin kadar iyi bilemez. Yine de bu söylemler karşısında biraz tedirgin olmadım, kafamda soru işaretleri uyanmadı desem yalan olur. Ama kararımdan dönmedim, bu sadece biraz daha bilinçlenmeme ve kendimi biraz daha iyi hazırlamama neden oldu. Hatta biraz daha hırslandım, ne olursa olsun "başaracağım, o finish çizgisine ulaşacağım" dedim. En kötü yürüyerek bile olsa yine bitirecektim o parkuru, "Ya ben Bozcaada'yı alacaktım ya da Bozcaada beni" :))
    Yarıştan bir gün önce yani cuma günü sabahı bir grup arkadaşla  adaya vardık. Soğuk denizi severim, daha önce Nisan ayında Bozcaada'da denize girmişliğim vardır, bu sefer yine yarıştan bir gün önce sudan çıkmam, yüzerim, şnorkelimle dalış yaparım falan diye hayaller kurarken maalesef kapalı ve serin bir havayla karşılaştık. Ama olsun, her anın keyfini sürmek, tadını çıkarmak lazım. Bir şekilde arkadaşlarla güzel vakit geçirdik. İstanbul'dan ve iş stresinden biraz olsun uzaklaşmış olmak bile keyif almak için yeterliydi. O gün sohbet ortamında arkadaşlardan bir kez daha Bozcaada'nın ilk kez yarı maraton koşmak için yanlış bir parkur olduğunu işittim. Hedeflediğim süre sorulduğunda "2 saat" cevabı verdiğimde ise hem gülenler oldu hem de "çok zor hatta mümkün değil" diyenler... Aslında yarı maraton kararı verdiğimde hem parkurun zorluğu, hem havanın sıcaklığı hem de benim için ilk olacağından kendime bir süre hedefi koymamıştım. Süre odaklı değil, bitirme odaklı koşacaktım. Yarıştan 1 hafta önce yaptığım 16 km.'lik test running'de pace'imin 6 dk. olduğunu ve bu pace ile çok daha uzun koşabileceğimi gördüm. 16 km.'yi bitirdiğimde bir 16 km. daha koşabilirdim o gün. Buna dayanarak yaptığım hesaplama sonucu tahmini süreyi 2 saat olarak belirlemiştim. 10 km.'yi 49 - 50 dakika civarında koşuyordum. 20 km.'yi bu hızla 110 dakika'da koşsam, 10 dakika da uzun mesafe ve yokuş marjı bıraksam 120 dakika yani 2 saatte ben bu yarışı bitiririm demiştim. Ama insanlara bu pek gerçekçi gelmedi :)) Neyse, neticede ben hiç bir şey düşünmeden koşacakken bu söylenenler beni biraz daha kamçıladı ve koşu boyunca da zihnimden gitmedi. Ama yine de 2 saat hedefiyle başlamadım yarışa, kendime koyduğum altın ve değişmez kural, tempomu en başından bulmak, ritmi tutturmak, nefesimi iyi ayarlamak ve tıkanmadan koşmaktı. Nefesimin tıkanmaya başladığı noktada ise hemen tempoyu düşerecek, adımlarımı küçültecektim. Enerjimi zamana ve mesafeye çok verimli ve doğru yaymak en büyük stratejimdi, bundan asla taviz vermeyecek, kesinlikle gaza gelmeyecek, hırsımın kurbanı olmayacaktım.
Yarış öncesi ben...

    Yarış günü uyandığımda Bozcaada'da önceki güne nazaran muhteşem bir hava vardı. Koşunun öğlen 14.00'da olacağını düşünürsek bu çok iyi değildi. "Yüzmek için dün böyle olsaydı, dünkü hava da bugün olsaydı ya keşke" diye içimden geçirdim. Ama olsun, bardağın dolu tarafından bakacaksın hayata, güzel bir havada koşacaktım, böyle düşündüm ve tadını çıkardım. Yarış öncesi ısınma, esneme, germek hareketlerimizi yaptık ve start çizgisinde toplanmaya başladık. Harika bir atmosfer vardı, katılım oranı yüksekti, yarış öncesi start alanında insanlar hopluyor, zıplıyor ve dans ediyordu. Bu enerji bana da geçti. Kendimi hazır hissediyordum ve enerji doluydum. Yarış başlayana kadar sürekli içimi dolduran bu enerjiyi, doğru ve ekonomik kullanmam gerektiğini hatırlatıyordum kendime. Asla gaza gelmeyecek, hırsımın kurbanı olmayacak, kendi tempomu ve nefesimi iyi ayarlayarak çok disiplinli ve bilinçli bir şekilde koşacaktım.
İlk kilometreler...


...Ve derken yarış başladı. Şunu söylemem gerekir ki starttan finishe kadar hayatımın en keyifli, en özel, en güzel anlarından birini yaşadım. Evet zor ama harika bir parkurdu. Kekik kokularının, masmavi denizin, gelinciklerin, üzüm bağlarının, muhteşem koyların, harika bir manzaranın eşliğinde koştum. Artık yarışlarda müzik dinlemiyorum. Onun yerine doğaya ve kendime odaklanıyorum, doğayı ve kendimi dinliyorum. Koşarken doğanın güzelliklerine ve doğanın sesine kulak veriyorum. Bozcaada da böyle oldu işte. Koşarken kekik kokularını çektim içime, gelinciklerin kırmızısını kovaladım, denizin maviliğine daldım, ufukta görünen o gemide hayal ettim kendimi, yokuş aşağı koşarken kendimi bıraktım ve başımı yukarı kaldırdım, gökyüzüne çevirdim yüzümü, sanki bir kuştum o an, kollarımı açtım kanatlarımı açar gibi... Öylesine özgür, öylesine mutluydum ki koştuğum her adımda, garip tarifsiz bir his kapladı içimi ve ağlamak geldi içimden, gözlerim doldu ve kısa bir süre ağladım da...Tarifsiz bir duygu, bir mutluluktu bu. Adını koyamadım. Koştum, sadece koştum... Yarıştan önce dillere pelesenk olan ve sürekli yüzüme çarpılan o dik ve eğimli rampalar benim için dümdüzdü sanki, hiç yorulmadan hiç usanmadan rahat rahat indim çıktım hepsini. Sıcak da etkilemedi. Güneşin bile tadını çıkardım. 10 km'den sonra belirli aralıklarla yerleştirilen "Hararet Avcıları" üzerimize su sıktı. Oyun gibi geldi bana, hani çocukken su savaşı yapardık ya, onun gibi... Son 5-6 km.'de yarımşar muz da vermeye başladılar. Hayatımda yediğim en lezzetli muzlardı sanki :)) Su noktalarında verilen sular en tatlı suydu belki :)) Her anı ayrı bir keyif, her anı unutulmazdı. Yarıştan önce kendime ilke edindiğim stratejimi ve kuralları aynen uyguladım, büyük bir disiplin içinde. Hiç gaza gelmedim, hız limitlerimi zorlamadım, hırsıma yenilmedim. Tempomu 18. km'ye kadar hiç bozmadım, nefesimi bozmadım, 18'den sonra tempomu artırabildiğim kadar kademeli olarak artırarak finish çizgisine ulaştım. O an hissettiklerimi anlatmak da çok güç. En yalın ifadeyle "deneme bile" denen parkuru bitirdiğim için mutlu, çok zor denilen sürede (2 saat 1 dakika 34 saniye) bitirdiğim için gururluydum. Başarmıştım.
Başarmaya bir kaç adım...
Peki işin sırrı ne miydi? Hayatta bir şey yaparken başarılı olmak istiyorsanız kendinize mutlaka bir hedef koyun ve o hedefe önce "beyninizle" ulaşın. Bunun haricinde yaptığınız her neyse ondan keyif alın, uyarıları ve tavsiyeleri dikkate alın, değerlendirin ama eğer siz kendinize inanıyorsanız asla vazgeçmeyin, korkmayın. O uyarılar ve tavsiyeler sadece sizin daha temkinli ve tedbirli olmanızı sağlasın. Sınırlarınızı test etmekten çekinmeyin çünkü onlar sizin tahmin ettiğinizden daha geniş! Yeterki kendinize inanın, güvenin, isteyin ve tabiki çalışın. O zaman hiç bir hedefin altında kalmaz, duvara toslamazsınız...
Yarış sonrası madalayalarımızla hatıra fotoğrafı
 



8 Mayıs 2013 Çarşamba

ATAŞEHİR'DE KOŞMAK...

    Koşunun gücü ve potansiyeli fark ediliyor artık. Belediyeler, özel kuruluşlar, büyük holdingler vs... Bundan hem koşu tutkunları hem de bu işi farkedenler yararlanıyor.

    Bir önceki haftasonu yani 28 Nisan 2013'te Ataşehir'de ilk kez bir resmi koşu organizasyonu düzenlendi. Ataşehir Belediyesi tarafından "Sağlık Koşusu" adıyla düzenlenen bu 10K'lık koşuyu evimin de yakın bir semtte olması nedeniyle kaçırmadım. Sabah 08.00 civarında Batı Ataşehir'de startın da verileceği Cumhuriyet Parkı'nda gittim. Göğüs ve çip numaraları yarış sabahı da dağıtılmaya devam ediyordu. Ataşehir Belediyesi'ni ilk kez böyle bir organizasyona ev sahipliği yapmasına rağmen gayet başarılı buldum. Her şey düzenli ve eksiksizdi. Parkın hemen karşısındaki belediyeye ait binaya çantalarımızı bıraktık. Katılım oranı gayet iyiydi; 530 kişi. 

    İznik'te 10K'yi 49 dakika gibi kendime göre iyi bir süreyle koşmuştum. Bu gazla Ataşehir'de de 49 ve hatta altında bir süreyle koşmayı hedeflerken daha ilk başlangıçta bunun zor olacağını anladım. Çünkü hava saat 09.00 olmasına rağmen çok sıcaktı ve parkur İznik gibi düz değildi. İniş ve çıkışların olduğu tahminimden zor bir parkurdu. Açıkçası sıcağın da etkisiyle bu parkurda zorlandım. Bu yarışta çok da önemli bir şeyi fark ettim kendimle ilgili; özellikle yarış koşarken müzik dinlemek tempomu ve ritmimi bozuyor daha doğrusu düzgün bir şekilde ritmimi bulamıyorum. Müziğin ritmi kendimi ayarlamamı engelliyor. Ya müziğin ritmiyle çok hızlı koşuyorum ya da yavaş. Bu yüzden artık hiç bir yarışta müzik dinlememeye karar verdim. Sadece doğayı ve kendimi dinleyeceğim.

    İnişlerle çıkışlarla ve sıcakla çetin bir mücadeleye girişerek Son 2 km.'de Ataşehir Bulvarı'na çıktım. Bulvar dümdüz, son kilometreler olduğunu da bildiğim için vitesi yükselttim ve yarışı 52 dakikada bitirmeyi başardım. Açıkçası ben yarış esnasında bundan çok daha fazla bir süre bekliyordum. Zaman zaman çok yavaşladığımı ve bunun pace'mi İznik'e göre çok düşürdüğünü zannediyordum ama arada ciddi bir fark olmadığını gördüm. Bu kadar zorlandığım bir parkurda bu sonuç beni mutlu etti açıkçası.

    Yarış sonrası belediyenin dağıttığı kumanyalar gayet doyurucu ve iyiydi. Dağıtılan bu kumanyalarla biraz kendime geldim. Ödül töreni de gayet düzgün ve aksamadan yapıldı. Gelecek senelerde bu organizasyonun daha da iyi ypılacağından şüphem yok. Belediyelerin bu işe el atması ve insanları teşvik etmesi hem önemli hem de çok güzel. Koşu tutkunlarının yarış takvimini zenginleştiriyor. (Bu arada koşu boyunca fotoğraflarımızı çeken ve emek veren Sn. Abdülkadir Yeşilyurt'a çok teşekkürler, ellerine sağlık)

Ataşehir 10K finish




Nike aplikasyonuna göre Ataşehir performansım
   

1 Mayıs 2013 Çarşamba

BİR MASAL DİYARINDA KOŞTUK SANKİ...


 Bir tarafta Sultanahmet bir tarafta Ayasofya... Bir tarafta Dikilitaş bir tarafta Alman Çeşmesi... Aralarından süzüle süzüle koşmaya başlayan yüzlerce insan...

Ayasofya


Nike geçen haftasonu İstanbul'daki koşu tutkunları için masal gibi bir organizasyona imza attı. Sporun haricinde İstanbul aşığı, tarihe meraklı bir insan için bu üçünün bir araya gelmesi gerçekten masal gibi. Dünyanın en güzel ve en egzotik parkurlarından biriydi belki "Run Free". Etkinliği Facebook'ta gördüğüm ilk an heyecanlandım ve hiç tereddüt etmeden yapılacaklar listeme kaydettim. Bu parkurda koşmayı hayal etmek ve beklemek bile heyecan verdi bana.Koşunun olduğu gün muhteşem bir hava vardı. Aylar sonra nihayet güneş yüzünü göstermişti ve içimizi ısıtmaya, ruhumuzu aydınlatmaya başlamıştı.


Beni böyle bir havada evde tutabilene aşkolsun. Koşu saatini beklemeden erkenden yola çıktım. Önce Kadıköy'den Eminönü'ne keyifli bir vapur yolculuğu yaptım. Ardından Sarayburnu'na yürüyerek oradan çok uzun yıllardır belki de en son çocukluğumda gittiğim Gülhane Parkı'na doğru rotamı çizdim. Gülhane Parkı'nda çocukluk anılarım canlandı. Eskiden burada bir hayvanat bahçesi vardı, küçükken ailem beni buraya getirirdi. Tabi şu an öyle bir hayvanat bahçesi yok artık. Belediye burayı çok güzel düzenlemiş, rengarenk laleler, uzun ve asırlık ağaçlarla koru havasında. Yürüyüş yapmak, oturup temiz havayı solumak, tarihi hissetmek için harika bir yer. İstanbul'un ortasında, gözümüz önünde unuttuğumuz bir güzellik olduğunu farkettim o an. Benim gibi yıllardır gitmeyen varsa bir haftasonu gitmesini tavsiye ederim.
Gülhane Parkı
Gülhane sonrası Soğukçeşme Sokağı'ndan Topkapı Sarayı'nın önüne, oradan da Ayasofya ve meydana yürüyerek keyifli bir gezinti yaptım. Zaten koşu saati de artık gelmişti.

Soğuk Çeşme Sokağı
Koşu saat 18.00'da başlayacaktı ve 1 saat öncesinden insanlar Dikilitaş'ta toplanmaya başlamışlardı. 17.45 gibi büyük bir kalabalık birikti Dikilitaş'ın önünde. Katılım hiç de fena değildi.

Dikilitaş'ta toplanan koşu tutkunları

Saat 18.00'da Nike'ın koşu hocaları eşliğinde ısınma hareketlerimizi yaptık ve o heyecan verici an geldi... 

Göğüs numaram
Nike Facebook'taki sayfasında bu etkinlik için "İstanbul'un daha önce hiç koşulmamış parkurunda koşma" iddiasındaydı. Bunu koşu öncesi Nike'ın koşu hocaları bir kez daha hatırlattı ve bol bol fotoğraf çekme tavsiyesinde bulundular. Derken Dikilaş'tan startı verdik. Sultanahmet Camii'nin yanından büyük bir coşkuyla koşmaya başladık. Sultanahmet'te yerli yabancı turistlerin şaşkın bakışları ve de alkışlarla verdikleri destekle her anı her adımı keyifli ve unutulmaz bir koşuydu daha en başında.. Meydandan Ayasofya'ya yöneldik. Ayasofya'dan Topkapı Sarayı'na... Sarayın yanından Soğuk Çeşme Sokağı'na... Oradan Gülhane'ye girdik, Gülhane'de bir tur attıktan sonra tramvay yolundan Sirkeci'ye yöneldik. 

Gülhane Parkı'nda koşarken...
En büyük sürpriz belki de buradaydı. Çünkü Sirkeci Garı'nın içinde koşmaya başladık. Garın içinden koşarak (sıkı durun) bir trenin içine binip koşmaya devam ettik. Bütün vagonu koştuktan sonra çıktık raylarda koştuk. Ve en sonunda muhteşem bir manzarayla Eminönü'nde kullanılmayan tren rayların sonunda koşuyu tamamladık. Karşımızda nefis manzara, koşunun sonundaki ödül gibiydi.

Trenin içinde koşacağım hiç aklıma gelmezdi :))


Tren raylarında da koştuk :))
Her anı unutulmaz, her anı keyifli, masal gibi bitmesini istemediğim bir koşu oldu. Hayatımın en unutulmaz anılarından birini yaşadım gerçekten. Sanki bir masal diyarında koştuk. Sanki tarihin içinde bir yolculuk yaptık zaman makinesi misali ve sonra da geri geldik. Nike'ı bu başarılı ve harika organizasyondan ötürü tebrik etmek gerek. Her ne kadar içinde doğal olarak bir reklam ve pazarlama stratejisi olsa da zaman zaman  yaptığı bu organizasyonlar insanları koşmaya ve spora teşvik ediyor. Her çarşamba Bağdat Caddesi'nde Cadde Run Club adıyla düzenli koşular düzenliyor. Aynı şekilde her perşembe akşamı da Ortaköy Outrunner mağazasının önünden de yine düzenli koşular var. Arada da böyle değişik organizasyonlarla olayı renklendiriyor. Hem kendileri açısından başarılı bir PR ve pazarlama stratejisi hem de insanları spora, koşmaya yönlendirmek, teşvik etmek açısından harika etkinlikler. Karşımıza çıkan bu güzel fırsatları kaçırmamak ve değerlendirmek gerek.

İşte o keyifli parkur...