25 Ekim 2013 Cuma

DARICA BU SEFER "KOŞU CENNETİ" OLDU



Biraz gecikmeli oldu bu yazı, farkındayım. Belki de beni çok heyecanlandırmadığı, pek de keyif vermediği için öteledim bu kadar, bilemiyorum. Aslında öyle muhteşem doğal güzellikler, manzaralar vs. beklemiyordum zaten fakat yine de beni hiç heyecanlandırmayan ve zevk vermeyen ikinci yarış, ikinci parkur oldu bu (diğeri Ataşehir 10K idi). Aynı gün Belgrad Ormanı'nda Geyik Koşusu da vardı ama ben Darıca'da bir yarı maraton tecrübesi daha yaşamanın, bana ilk maratonum öncesi (Avrasya) daha faydalı olacağını düşündüm. Çünkü patika koşularıyla yol koşularının dinamikleri, stratejisi, tekniği çok farklı. Bir de patika olduğu için sakatlanma riski de yine düz yolda koşmaya nazaran daha fazla. Bu riski ilk maratonum öncesinde almak istemedim. Aylardır hem zihinsel hem fiziksel olarak 17 Kasım'daki Avrasya, revize edilen adıyla İstanbul Maratonu'na hazırlanıyorum. Bütün risk faktörlerini en aza indirgemek ve herhangi bir aksilikle karşılaşmak istemiyorum şahsen.
"Kadıköy Runners" Darıca Yarı Maratonu'ndaydı
Bu bağlamda Darıca benim için daha efektif olacaktı. Zaten ilk maratonumu koşmadan önce 3 yarı maraton koşma hedefim vardı. Bozcaada ve Darıca'yla bunun ilk ikisi gerçekleşti. 3.'sünü de inşallah bu haftasonu Eskişehir'de koşup tamamlayacağım.
Kadıköy Runners'tan sevgili abim Cenk Durmaz'la start noktasındayız
Ekim ayına güzel bir başlangıç yapamadım, ilk 2 hafta sağlık problemleri yaşadım. Darıca'dan önceki hafta da neredeyse hiç koşamamış, bütün hafta istirahat etmek durumunda kalmıştım. Yarış günü geldiğinde Kadıköy Runners'tan sevgili abim Cenk Durmaz ile sabah erkenden yola çıkıp Darıca'ya ulaştık. Yazımın başında parkur açısından biraz olumsuz giriş yaptım fakat organizasyon için Darıca Belediyesi'nin hakkını teslim etmemek haksızlık olur. Bu organizasyona önem veriyorlar ve özen göstermeye çalışıyorlar. Ben büyük bir eksiklik ya da aksaklık göremedim. Sadece bazı arabaların yarış esnasında parkura girmememleri konusunda biraz daha önlem alınabilirdi. Bir de 15. km'den itibaren su istasyonlarında suyun yanında yarım muz da verilebilirdi. Bunlar dışında bir eksiklik gözüme çarpmadı açıkçası. Parkurda beni ve diğer katılımcıları en çok etkileyen şey ise havadaki kirlilik oranıydı sanırım. Darıca'nın çevresi sanayi bölgeleri ve fabrikalarla dolu. Dolayısıyla bu tesislerin bacalarından yayılan zehirli gazlar havayı oldukça kirletmiş. Koşu gibi nefes alış verişinin en hızlı ve yoğun yaşandığı bir sporda havadaki kirlilik oranının ne derecede olduğunu hissedebiliyorsunuz. Darıca'da koşarken boğazımın havadaki bu kirlilikten zaman zaman yandığını hissettim. Gerçekten fenaydı. Bir de üzerine parkurun pek sevimli olmayan görüntüsü eklenince dediğim gibi pek keyif alamadım. Parkurun en keyifli kısmı yazlıkçıların olduğu Bayramoğlu bölgesiydi.
Fotoğrafı çeken Serap Bildik'e teşekkürler :))
Parkur teknik açıdan bir Bozcaada değil tabi ama beni yine de çok yordu. İnsanı yoran bir parkur evet. Özellikle Bayramoğlu dönüşündeki çıkış ve finishten hemen önceki uzun ve bitmek bilmeyen son çıkış gerçekten beni zorladı. Ciğerlerime çevresel faktörlerden dolayı oksijenden ziyade karbondioksit dolmuş olması da beni yormuş olabilir. E bir de hasta hasta da koşunca bu yarışın biraz zor geçmiş olmasını sanırım çok da yadırgamamak lazım.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen beni en mutlu eden şey ise hedeflediğim sürenin altında yarışı bitirmem oldu. Bozcaada ilk yarı maratonumdu ve 2 saat 1 dakikada tamamlamıştım. Darıca'daki hedefim ise 1 saat 55 dakika ile 2 saat arasıydı; 1 saat 54 dakikada finishi geçtim. Bu beni gerçekten çok mutlu etti. Şimdiye kadar koştuğum bütün yarışlarda hedeflerime ulaştım. Bu da beni ayrıca mutlu eden diğer bir konu.
Bir yarışı daha bitirmiş olmanın verdiği huzur...
Darıca Belediyesi'ne böyle bir organizasyon düzenleyip spora katkı yaptıkları için kendi adıma teşekkür ederim. Yerel yönetimlerin bu organizasyonlara el atmasını ne olursa olsun destekliyor ve önemsiyorum. Umarım zamanla belediye destekli bu organizasyonlar daha da çoğalır, bütün Türkiye'ye yayılır.





1 Ekim 2013 Salı

BİR İSTANBUL MASALI: RUN İSTANBUL 2013



Bu kadarını beklemiyordum... Koşmaya başlayalı 1 yıl olmadı. Bu süreçte katılabildiğim irili ufaklı bir çok etkinliği takip etmeye çalıştım, çalışıyorum da... Şimdiye kadar katıldıklarım arasında en iyi organize edilmiş ve en yoğun katılımın olduğu yarış Nike'ın Run İstanbul'u oldu. Daha önce yarı maraton koşmuş ve önünde Avrasya Maratonu gibi bir hedefi olan benim için 7 km.'lik bu parkur kısa bir mesafeydi elbet. Bu durumda yapmam gereken biraz keyif almak, biraz eğlenmek ve kısa olarak değerlendirdiğim bu mesafeyi en hızlı şekilde koşabilmekti. Keyif ve eğlence kısmı için Nike her şeyi düşünmüş, elinden geleni yapmış. Yazdan kalma bir Eylül gününde, Suadiye sahilinde geniş ve harika bir etkinlik alanı oluşturulmuş. O atmosfere girince zaten kanınızın kaynamaması mümkün değil. "Hadi bir an önce koşalım" diyorsunuz. Dakika dakika artan kalabalık, genç, yaşlı, amatör, profesyonel binlerce insan... Resmi kayıtlara göre 6.000'in üzerinde katılımcı olduğunu biliyorum. 




 Etkinliğin diğer güzel tarafı koşunun akşam saat 19.00'da olmasıydı. Tabi bir de parkur… Parkur İstanbul'un en nezih ve en güzel semtlerinden Kadıköy'de, Suadiye Sahili ve Bağdat Caddesi'ydi. 20 küsur senedir Göztepe'de yaşayan, çocukluğunu buralarda geçirmiş biri olarak bu parkurda bir yarış koşmak benim için çok daha anlamlı ve özeldi. Özellikle Bağdat Caddesi'nde koşuyu izleyen Kadıköylüler'in koşuculara olan ilgisi ve desteği muazzamdı. Yol boyunca kalabalık eksik olmadı. Destek eksik olmadı. Zaten Kadıköy sadece İstanbul'un değil belki de Türkiye'nin spor külütürü ve bilinci en gelişmiş semtlerinden biridir. Özellike kilometrelerce uzanan, Adalar manzaralı, spor yapmak, özellikle de koşup yürümek için fazlasıyla yeterli ve müsait sahil şeridi, Kadıköylüler için bir nimet ve şans. Kadıköylüler de bu şansı iyi kullanıyor. Yaz kış burada spor yapan yüzlerce insanı görmeniz mümkün. Sahil haricinde de Özgürlük Parkı, Kalamış Parkı ve Yoğurtçu Parkı gibi bir çok güzel alternatif mevcut ve buraları da değerlendiriyor Kadıköy insanı. Dolayısıyla Run İstanbul da Kadıköy'e çok yakıştı, yakışıyor ve umarım çok uzun yıllar devam eder, Kadıköy'ün ve Nike'ın bir geleneği haline gelir.



Geçen sene 5 km. olan parkur bu sene 7 km.'ye yükseltilmiş. Bence bu önümüzdeki yıllar da 10 km.'ye çıkarılmalı. Bir çok organizasyon ve maratonda halk koşusu olarak tabir edilen mesafe 10 km.'dir ve idealdir diye düşünüyorum. Sanki Nike de ilerde bu mesafeyi 10 km.'ye çıkarır diye bir his var içimde.

Yukarıda da belirttiğim gibi 7 km.'yi koşabileceğim en hızlı sürede koşmaktı hedefim. Mesafeler uzadıkça, yarı maraton, maraton gibi yarışlarda enerjinizi tasarruflu kullanırsınız, tükenmemeye dikkat edersiniz. Uzun mesafenin stratejileri vardır. Ama 5 km. gibi, 7 km. gibi mesafelerde daha çok hız odaklı koşabilirsiniz. Çünkü bu mesafeler çaylak olmayan, yarı maraton veya maraton koşmuş insanlar için kısa ve antreman mesafesidir. Benim hedefim ise bu 7 km.'yi 35 dakikanın altında bitirmekti. 


KADIKÖY RUNNERS
 Yarış zamanı geldiğinde herkes beyan ettiği hız hedefine göre başlangıç alanına yerleştirildi. Sarı bileklik alanlar benim gibi 35 dakikanın altında koşma hedefi olanlardı ve start çizgisine yakın bir konumdaydılar. Yine de önümüzde tahminen 500 kişilik bir blok vardı sanırım. İlk defa bu kadar yoğun katılımın olduğu bir yarştaydım. Sanki bütün istanbul oradaymış gibi geldi bir an bana. Startın verilmesiyle yarış başladı. Hız odaklı ve süre hedefli koşacağım için daha başlangıçta iyi bir tempo tutturmam gerekiyordu. Önümde, sağımda, solumda bir insan yoğunluğu ve sıkışıklığıyla yarışa başladım herkes gibi. Start çizgisini geçer geçmez kendime boşluklar bularak tempo tutturmaya çalıştım. İlk bir kaç yüz metre boşluk bularak koşabilme çabası içinde geçti. Sonra yolun en solundan rahat rahat hızlanabileceğimi fark ettim. Hemen en sola geçerek hızlanabildiğim kadar hızlandım. Caddebostan Migros'a geldiğimizde yol biraz daha ferahlamış gibiydi ve ben yeniden yolu ortalayarak koşmaya başladım. Göztepe Parkı ışıklardan yukarıya doğru Bağdat Caddesi'ne yöneldik. Burası hafif eğimli bir yoldur. Burada yavaş yavaş hızını kaybetmeye başlayanların olmasıyla önümüz daha da açılır gibi oldu ve Bağdat Caddesi'ne girince tempomu iyice artırdım. Yolun her iki tarafında toplanan Kadıköylüler'in desteği ve Bağdat Caddesi gibi nefis bir yerde koşmak gerçekten çok keyiflidi. Koşarken büyüdüğüm bu semtteki anılarım, çocukluğum, lise yıllarım geldi aklıma... Ama anılardan çok yarışa odaklanmalıyım diye düşündüm ve yeniden yarışa döndüm. Şaşkınbakkal'a geldiğimizde artık ne yolun kenarındaki kalablığı görüyordum ne de sesleri duyuyordum. Aklımda olan tek şey parkuru hedeflediğim sürede bitirip bitiremeyeceğimdi. Telefonumu açıp Nike Plus uygulamasına baktım. 5.5 km'yi geride bıraktığımı ve 25 dakika olduğunu gördüm. Kalan mesafe için pace’mi 5'00" altına katiyen düşmemem gerektiğini hesapladım ki 35'i ucu ucuna tutturacaktım. Kendimi iyi hissediyordum nefes alışım biraz hızlanmıştı, nabzım sanırım yükselmişti ama iyiydim ve artık kritik noktadaydım. O andan itibaren tempom belirleyici olacaktı. Çatalçeşme'den sahil yoluna tekrar girdiğimizde artık sınırlarımı zorluyor gibiydim. O an ciğerlerimin ve bacaklarımın kuvvetine şükrettim, Allah'a şükrettim bana bu sağlığı ve gücü verdiği için. Mutlu oldum. Finish çizgisini geçtiğimde Nike Plus uygulamasındaki sürem 32' 26"'ydı, tabi bitirir bitirmez hemen durduramıyorsunuz 10-15 saniye geçiyor, resmi sonuçlara göre parkuru 32' 16"da bitirerek 35 altı hedefine çok temiz bir şekilde ulaşmış oldum. O anlarda yaptığım şey bir kez daha şükretmek oldu.




Bu güzel organizasyon için, insanları koşmaya teşvik ettiği, spor kültürünün gelişmesine katkıda bulunduğu, İstanbul'u böyle bir organizasyonla renklendirdiği için Nike'a bir spor sever olarak teşekkür etmek borçtur. Nike son yıllarda bu konuda tartışmasız öncü bir marka ve destekçi. Nike'ın öne çıkması diğer markalara da örnek oluyor ve buna benzer organizasyonlar gittikçe artıyor. Bu da spor severlere yarıyor elbet.



Organizasyonla ilgili tek eleştirim ve öğrenmek istediğim şey VIP kit uygalamasıydı. Yarıştan 1 ay önce İstanbul'un çeşitli lokasyonlarında Run İstanbul arabalarını yakalayanlar bu kitlere sahip oldular. Buraya kadar her şey tamam, bir itirazım kesinlikle yok. Ama sonrasında bu kitlere bir çok insan farklı yollarla sahip oldu. Bu dağıtım hangi kriterlere göre, kime göre, neye göre yapıldı? Tanıdığım bir çok insan bu kitlere "haybeden" sahip oldu! Bir çoğuna bu kitler Nike'la bağlantılı tanıdıkları, arkadaşları vasıtasıyla gönderildi, hediye edildi! Belki bu yolla da sahip olsalar içlerinde koşuya verdikleri gönül itibariyle bunu hak etmiş arkadaşlarımız olabilir ama şekil itibariyle bu hoş olmadı, şık olmadı!  Bu adaletsiz olduğunu düşündüğüm dağıtım ne Nike'a yakıştı ne de buna tenezzül eden arkadaşlara! Zaten bunu Dailymile üzerinden 1-2 cümleyle dile getirir getirmez bazı arkadaşlar üzerine aldı, rahatsız oldu ve bana hemen tepki gösterdiler. Sırf bu bile olayın bam teline dokunduğumunun göstergesidir. Aslında benden değil, kendilerinden rahatsız oldular belki de… Araba dağıtımı haricinde bu dağıtım ya yapılmasaydı ya da çekiliş gibi bir uygulama denenseydi daha yerinde olurdu. Veya Nike'ın Ortaköy Run Club ve Cadde Run Club koşularına yıl içinde en fazla katılımı yapan insanlar gözetilseydi. Buna benzer başka yöntemler de izlenebilirdi.



Son olarak, ben ihtiyaç duymadım ama bir çok katılımcı su istasyonlarının yetersizliğinden ve ya bu istasyonları görememekten şikayetçi oldu. Bu durum benim de dikkatimi çekti. Fakat haklarını teslim edelim, yarış öncesi ve sonrası neredeyse sınırsız muz ikramı, su ve enerji içeceği vardı.